irtibat: 0216 311 58 27 - 0541 789 65 95


  • Başkan Görmez İl Müftüleriyle bir araya geldi

    Başkan Görmez İl Müftüleriyle bir araya geldi;

    Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, Afyonkarahisar’da İl Müftüleriyle bir araya geldi. Cami Yapı Ekipmanları Dergisi olarak sektör adına bizler de toplantı da bulunduk ve sizler için takip ettik. Başkan Görmez, toplantıda önemli açıklamalarda bulundu. İslam’da dinin mutlak otoritesi olan ve müminlerden ayrı bir sınıfı teşkil eden din adamı sınıfının söz konusu olmadığını belirten Görmez, dini bağlılık ve hizmetlerin tarihsel olarak daha çok gönüllü ve vicdani bir ilişkiyle yürütüldüğünü söyledi. ‘Diyanet bürokratik bir devlet kurumundan öte bir millet kurumudur’ diyen Görmez, dili, dini ne olursa olsun herkesi kucaklamamız gerektiğini vurguladı. Görmez ayrıca, diyanete yönelik yapılan her türlü eleştirinin de dikkate alındığını belirtti. Daha pek çok önemli konuya değinen Başkan Görmez’in konuşmasından öne çıkan başlıklar şunlar:

    “Bizim gücümüz, ilmiyle âmil olmaktan kaynaklı toplumsal saygınlığımızdandır…”
    Dinin toplumsal olarak yaşanmasının doğal sonucu olarak ortaya çıkan dini rehberlik ve önderlikler maalesef diğer dini yapılarda zamanla dini otoriteye dönüşmüş ve müntesiplerinden farklı bir sınıf olarak tezahür etmiştir. Bu anlamıyla İslam’da dinin mutlak otoritesi olan ve müminlerden ayrı bir sınıfı teşkil eden din adamı sınıfı söz konusu değildir. Bununla birlikte Müslüman toplumun önüne geçerek bilgisiyle, vasıflarıyla rehberlik eden, ilimde rasih olan kişilerin olması doğal ve kaçınılmazdır. Ancak bu önderlikler asla bir sınıfı teşkil etmezler ve bu kimselerin Allah indinde hiçbir insandan farklı ayrıcalıkları yoktur. Aksine bu alim sınıfın bilgileri mesuliyetlerinin idrakini artırmaktadır. Diyanet camiası bu anlamda toplumumuzun dini hizmetlerini yerine getiren ve kendisini asla toplumdan ayrı görmeyen kadrolardan oluşmaktadır. Bizim gücümüz masumiyet teolojisiyle kuşatılmış bir otoriteden değil, ilmiyle amil olmaktan kaynaklı toplumsal saygınlığımızdan gelmektedir.

    “Bizim medeniyetimizde dini bağlılık ve din hizmetleri daha çok gönüllü ve vicdani bir ilişkiyle yürütülmüştür…”
    İslam’da kilise benzeri bir mabet ve ruhbanlık gibi resmi dinsel bir sınıf söz konusu olmadığı için, dini bağlılık ve hizmetler tarihsel olarak daha çok gönüllü ve vicdani bir ilişkiyle yürütülmüştür. (Osmanlıdaki ilmiye sınıfı da ruhbanlık gibi dinsel bir sınıf değildir, bütün ilimleri kapsayan bir yapısı vardır, o anlamda bilimde seküler bir yapı söz konusu olmadığı için din bilginleri de bu sınıfın doğal parçasıdır.) Bu açıdan fetva alacağı (müftüyü) ve arkasında namaz kılacağı (imamı) kişileri bireyler ya da mahalli yapılar kendileri seçerler. Seçtikleri kişilerden hem bilgi hem de görgü anlamında örneklik alarak kendilerini hem dini yönden hem de ahlaki açıdan geliştirmeye çalışırlar. Yani çift taraflı bir ilişki söz konusudur ve bunlar tamamen müminlerin gönüllü kabulüyle oluşan yapılardır.

    “Müminlerin gönüllerini fethedemeyen müftünün fetvasına cemaat itibar etmez…” Müminlerin gönüllerini fethedemeyen müftünün fetvasına cemaat itibar etmez ve cemaat, kendisinin itibar edeceği, güveneceği başka kişileri arama çabası içine girer. Bu anlamda dini otoritenin olmayışı tarihsel olarak değişik ve farklı dini yapıların oluşmasına ve yaşamasına da doğal olarak imkân vermiştir. Neticede farklılıklar rahmet olarak görülmüş ve toplumsal dinamizmin bir unsuru olarak algılanmıştır.

    “Diyanet bürokratik bir devlet kurumundan öte bir millet kurumudur…”
    Dinin mezheple eşitlenerek ifade edilmeyişi, İslam’ın tek resmi mezhebe indirgenmemesine, dini düşüncenin ve dini hayatın özgür bir alan olarak çeşitlenmesine neden olmuştur. Bugün de bizim bu farklılıkları rahmet olarak algılamamız ve herkesi kucaklamamız gerekmektedir. Asla Diyanet’i tek bir mezhebin temsilcisi konumuna getiremeyiz. Bunun içindir ki son zamanlarda özellikle altını çizerek ‘Diyanet bürokratik bir devlet kurumundan öte bir millet kurumudur’ diyerek bunu ifade etmeye çalışmaktayız. Milletin her rengini ve herkesi kucaklamalıyız. İnsanları tasnif edemeyiz. Hiçbir kimseyi kapsama alanımızın dışında tutamayız.

    “Asla statükonun temsilcisi olamayız…”
    Anadolu coğrafyasında tarihsel olarak farklı kültürel ve dinî yapılarla temasa giren medeniyetimiz, zaman içerisinde vazgeçilmez ortak bir mirasın doğmasına yol açmıştır. Bu mirasın içerisinde birçok inanç grupları, değişik dini tezahürler ve yaklaşımlar rahatlıkla yaşayabilmiştir. Bu birikimin vârisi olan Türkiye, gerçekleştirdiği ve gerçekleştirmeye çalıştığı çağdaş yapısına rağmen, zaman zaman değişik müdahalelerle toplumsal dinamizmin kendi akışkanlığının kırılması neticesinde sorunların üstünü örtmüş; bu kırılma dönemlerinde sivil gelişmesi gereken dini anlayışlar maalesef resmi formatlarla tanımlanmaya çalışılmıştır. Bu açıdan vatandaşın, devletin tepeden inmeci yaklaşımlarına karşı mesafeli durmalarını ve kuşkuyla bakmalarını anlayışla karşılamak gerekmektedir. Halkın iradesiyle iktidar olan siyasi yapıların, halkla devlet arasındaki oluşan kuşkuları ve mesafeleri halkın lehine olacak şekilde ortadan kaldırma görev ve sorumluluğu vardır. Bu anlamıyla bizler vatandaşın hassasiyetlerini dikkate alarak kendimizi sürekli yenilemeliyiz. İki günün eşit tutulmamasını öğütleyen bir Peygamberin ümmeti olarak asla statükonun temsilcisi olamayız. Toplumun ilgisi, ihtiyaçları nelerdir, kadınlarımızın, gençlerimizin, yaşlılarımızın, çocuklarımızın beklentileri ne noktadadır diye sürekli araştırmalıyız ve bu beklentilere makul karşılıkları zamanında verebilmeliyiz.

    “Dini, sadece cami duvarları arasına hapsetmek ve camileri sadece namaz kılınan mekânlar hâline getirmek İslâmî değildir…”
    Din, hayatın her yönüyle ilgilidir. Ahlaki prensipler ortaya koymuştur. Dini sadece cami duvarları arasına hapsetmek ve camileri de sadece namaz vakitlerinde açarak namaz kılınan mekânlar haline getirmek üzülerek belirtmek gerekir ki İslami değildir. Bu İslam’ın ibadet tanımına da uymaz, Müslümanlık algısına da uymaz. Modern zamanlarda adeta indirgemeci bir İslami hayatın empoze edilmesi tamamen seküler zihnin ürettiği bir olgudur. Bunu din ile ve dindarlıkla izah edemeyiz. Tabii ki ezan, camii ve namaz İslam’ın en önemli şiarlarındandır. Ancak bu bizlerin gündelik hayatımızı ezanın ve namazın ruhundan farklı yaşayacağımız anlamına gelmez.

    “Bizler mamur kentlerin oluşmasıyla ilgilenmeliyiz…”
    Bizler sadece şehirlerde yapılacak cami inşaatlarıyla değil, bu camileri dolduracak bedenlerin imar edilmesiyle ve bu mümin vicdanların oluşturacağı ahlaka dayalı toplumsal bir yapının oluşturduğu mamur kentlerin oluşmasıyla ilgilenmeliyiz.

    “Bölgesinde mezhepçilik, hizipçilik ve grupçuluğun yapıldığı; herkesin diğerini ötekileştirdiği bir şehirdeki müftü o şehrin müftüsü olamamıştır…”
    Geleneksel yaşam koşulları içerisinde değişik biçimlerde ve ortamlarda yaşanan dini hayat tarzları, modern zamanlarda doğal olarak yeni bir forma ve şekle dönüşebilmektedir. Bu yeni formları dışlayarak reddetmek zamanla bizi hayatın dışına atar ve toplumdan uzaklaşmış oluruz. Toplumsal dinamikleri göz ardı edemeyiz. Özellikle sivil toplum örgütleri, değişik sosyal ve kültürel dernekler, hemen hemen tüm kentlerimizde her gün yeni faaliyet ve çalışmalar içindedirler, bunlarla içice olmalıyız. Kapımızı, gönlümüzü onlara açtığımız gibi onların da kapısını çalmalı ve gönüllerini almalıyız. Asla gurur, kibir ve büyüklenme içinde olmamalıyız. Paydaşlarımız olarak kabul edeceğimiz İlahiyat fakülteleri kadroları, imam hatip liseleri ve din dersi öğretmenleriyle, o kentteki sivil kanaat öderleriyle derdimizi paylaşmalı ve dertleriyle dertlenmeliyiz. Şehirlerimizde ortak dini faaliyetler için platformlar oluşturmalıyız. Bu çalışmalar için kanun, tüzük, yönetmelik ve yönerge beklememeliyiz. Oluşturulacak bu platformlar sayesinde, gerek dini irşad faaliyetleri ve gerekse sosyal faaliyetleri organize etmeliyiz. Şehrinde açlık, sefalet, yokluk içinde bulunduğu halde rahat uyuyan görevlimiz, mesuliyetinin idrakinde değildir. Şehrinde toplumsal yozlaşma, kargaşa ve kavga hüküm sürüyorsa o görevlimiz kendini başarılı göremez. Şehrinde din kardeşleri arasında mezhepçilik, hizipçilik, grupçuluk yapılıyor da herkes bir diğerini ötekileştiriyorsa oradaki müftü o şehrin müftüsü olamamış demektir.

    “Din, ayrıştıran değil bütünleştirendir; kimseyi ırkından, dilinden, kavminden ve inancından dolayı kınamaz ve dışlamaz…”
    Aynı coğrafyada aynı havayı barış içinde teneffüs ederek farklı inanç ve etnik yapılarla ‘birlikte yaşamak’ bizim medeniyetimizin tarihsel uygulamalarıyla çelişmez. Tek tipleştirmeye dayalı vatandaşlık anlayışı geçen yüzyılın modernleştirme yaklaşımı içinde geride kalmış olmasına rağmen, bu yaklaşımın uygulamaları sonucunda ortaya çıkan trajik sorunları bugün hala tartışıyor olmak talihsizliktir. Bu durumu ortadan kaldırıp gelecekte tarihimizde bir parantez uygulama olarak algılanmasını sağlamak için çaba göstermeli ve bu anlamda toplumsal sorumluluğumuzu unutmamalıyız. Din ayrıştıran değil bütünleştirendir. Din, kimseyi ırkından, dilinden, kavminden ve inancından dolayı kınamaz ve dışlamaz.

    “Hep birlikte kardeşlik hukukunu yeniden inşa etmeliyiz…”
    Herkesin, aynı toprağın nimetlerinden adil pay almasının ahlakını oluşturmak için yapacağımız her çaba, hem dini, hem de insani görevlerimizdendir. Giderek hem İslam dünyasında hem de ülkemizde gerek mezhebe gerekse etnisiteye dayalı çatışmaların kıvılcımlarını söndürmeli ve kardeşlik hukukunu inşa etmeliyiz.

    “Din, tek tip vatandaş oluşturmanın aracı değildir…”
    Modern ulus olma yolunda çağdaşlaşma gerçekleştirilirken din, tek tip vatandaş ve ulus olma amacı için araçsallaştırılmıştır. Diyanet’in mezhepler üstü tanımlanması asla mezhepleri ve farklı dini anlayışları yok kabul ederek çok sesli dini anlayışları ortadan kaldırıp tek tipleştirme misyonuyla ilgili olmamalıdır. Aksine mezheplerin otantikliğini kabul ederek ama asla mezhepçilik yapmamaktır.

    “Mezhebi ve meşrebi ne olursa olsun kimseyi ötekileştirmemek, İslâm kardeşliği adına en önemli çabamızdır…”
    Hangi mezhebe mensup olursa olsun kimseyi ötekileştirmemek ve her mezhep mensubuna da kimseyi ötekileştirmemesini tavsiye etmek İslam kardeşliği için bizim önemle üzerinde duracağımız çaba olmalıdır. Modernleşme sürecinin başlangıcında Diyanet’in mezheplerden uzak duruşu, doğal olarak çoğunluğun yapısı gereği Sünni-Hanefi anlayışın yorum ve pratikleri Diyanet’in gayri resmi olarak mezhebini Hanefilik olduğu izlenimini ortaya çıkarmıştır ki, bu algı kırılmalıdır. Diyanet camiamız belki bu tahlile itiraz edebilirler; ancak bu resmen kabul edilmiş ya da kadroların bilinçli tavrıyla yapılmış değildir. Devlet kurumunun refleksleri sonucu fiilen sosyolojik olarak ortaya böyle bir yapı çıkmıştır. Son zamanlarda bunun aşılmasına yönelik yapılan çalışılmalar sadece iyi niyetli bir gayret olarak görülmemeli, bu çabayla ilgili herkes samimiyetle çalışmalar yapmalıdır. Zira Diyanet kadrolarımızın iyi niyetleri ve din hizmetlerine yönelik neye nasıl baktıklarından ziyade dışarıdan nasıl algılandıkları ve toplumsal karşılığı daha önemlidir.

    “Görevimiz öncelikle kanundan değil, dinin kendisinden gelmektedir…”
    Yasaların neyi, nasıl tanımladığının sosyal bir gerçekliği olmayabilir. Kanunen bize din hizmetleriyle ilgili görevler tevdi edilmiş olabilir. Bizim bu görevlerimiz öncelikle kanundan değil, dinin kendisinden gelmektedir. Ayrıca halkın kendisinin de bunu içtenlikle kabul etmesi gerekir. Çünkü din doğası gereği vicdani kabulle başlar ve belli bir ruhla ve anlayışla toplumsallaşır. Bu anlamda insanın doğası gereği, en sivil olarak kabul edilmesi gereken alan, dini hizmetlerle ilgili alandır.

    “Devletin dini konulara müdahale etmesi sorunları daha da derinleştirir…”
    Belki her türlü insani faaliyeti devlet eliyle yapabilirsiniz ve belli başarı da elde edebilirsiniz. Ama devletin dini konulara müdahale etmesi veya kendisine göre dini uygulama alanları oluşturması, bunları da otoriter devletçi bir mantıkla yapması hiçbir zaman karşılığı tam alınarak sonuçlanamaz.

    “Din görevliliği salt bir devlet memurluğu değildir…”
    Din ve inançlar bireylerin kendi vicdani kabulüyle başlar ve din hizmetlerinin karşılanması da tamamen inanç topluluklarının inisiyatifiyle gelişir. Hizmet alacağı kişileri, topluluklar kendi iradeleriyle kabul etmek isterler ve toplumsal bir ihtiyaç olarak doğan dini hizmet kurumlarını da kendi marifetleriyle organize etmek isterler.

    “Bizler namazı cemaate kıldırır; vaaz ve irşadı da vatandaşa yaparız…”
    İnançlar söz konusu olduğunda kitleler, resmi olsun olmasın dışarıdan müdahale edilecek her türlü kurum ve kişilere karşı mesafeli dururlar. Bizim özenle bu resmi görüntüden uzaklaşarak sivil algıya geçmemiz gerekmektedir. Bizim özlük haklarımızın vergilerle finanse edilmesi kamu hizmeti yaptığımız içindir. Bu böyle bilinmeli ve görevimizi ifa ederken salt devlet memuru mantığıyla yapmamalıyız. Zira bizler namazı devlete kıldırmayız, fetvayı devlete vermeyiz. Namazı da vatandaşa kıldırmaktayız vaaz ve irşadı da vatandaşa vermekteyiz. Camii içinde bir protokol uygulanmadığı gibi camiye gelen herkes bizim gözümüzde Allah’ın eşit kullarıdır.

    “Günlük politik ve siyasi mesajlar ile salt yurttaşlık bilgisi içeren konular vaaz ve hutbe konusu olamaz…”
    Diyanet’in hizmetleri ve özellikle vaaz ve hutbe konuları dinin kendi özünden gelen konular olmalıdır. Günlük politik ve siyasi mesajların verildiği ve salt yurttaşlık bilgisi kitaplarında yer eden konular vaaz ve hutbe konusu olmamalıdır. Bu anlamda özellikle ara dönemlerde tepeden emir ve talimatla hutbe konusu yapılan başlıkları yeniden gözden geçirmeliyiz. Özellikle siyasetin kendi doğal akışının dışına çıkılan kırılma dönemlerinde Diyanet’in bazı uygulamaları inananları rencide etmiş ve bu rahatsızlıklar zamanla Diyanet’i tartışma konusu yapmıştır. Devletçi bu uygulamalara karşı vatandaşın önyargılı oluşunu ve tepki göstermesini anlamalı ve varsa bu uygulamaları kaldırmamız gerekmektedir. Çünkü din, inanç, dini kabuller, dini fetvalar ve dinin yaşanma biçimi bireylerin vicdanlarının ve kalplerinin tatmin olmasıyla ilgilidir. Aklına yatmayan bir uygulamayı bireyler kamu düzeni içerisinde kabul eder ve tatbik ederler, ama kalbini tatmin etmeyen inanca yönelik dayatmaları kişiler asla içselleştiremez ve kendinden göremez. Zaten din de budur. Seküler alanı ilgilendiren konuları dini bir inanç gibi kişilere dayatmaya kalkarsanız bu dinin özüne müdahale olarak algılanır ki, onu inandığı din ile aynı görmesi söz konusu olamaz ve o dayatma da devlet dini olarak görülür.

    “Diyanet’e yönelik her türlü eleştiriyi dikkate alırız…”
    Bugün anayasal güvence altında bulunan bir kurum olarak Diyanet İşleri Başkanlığı elbette ki toplumun bir kısım din hizmetlerini görevinin kapsamı içinde yerine getirmektedir. Kadrolarının iyi niyetli ve fedakârca görev yapıyor olmaları her şeye rağmen takdire şayandır. Önemli olan hizmetin kendisinin niteliğidir, yoksa kurumların tartışılmaz bir kutsallığı yoktur. Büyük bir kadroyla gerçekleştirilen Diyanet hizmetleri belli açılardan toplumun takdirini ve ilgisini artırarak devam ettirmektedir. Ancak bu ve benzeri toplantılarımızda bizler sürekli takdir edilenleri değil, toplumda Diyanet’in hangi konularda tartışıldığını hatta tenkid edildiğini de konuşmalıyız. Kurumu kutsal ve dokunulmaz görerek tartışılmaz kılmak o kurumu korumak değil, aksine o kurumun yenilenmemesini sağlayarak zaman içinde tarihin dışına çıkmasına sebep olmaktır. Eğer geçmişimize bakarsak nice kurumların zamanla tarihin dışına çıktığını görürüz.

    “Diyanet kamu tüzel kişiliği olan, idari bakımından olmasa da en azından dinî ve ilmî bakımdan özerkliği bulunan bir kurum haline dönüştürülmelidir…”
    Bu vesileyle yenidünya değerlerinin baskısıyla olduğu kadar yeni hizmet standartlarının da, dünya ölçeğinde ortaya çıkan yeni beklentilerin de kısaca bizi farklı parametrelerle karşılayan yeni zihniyet yapılarının da Başkanlığımızın sorumluluk alanını genişlettiğini, çeşitlendirdiğini belirtmek isterim. İtiraf etmeliyiz ki yeni ilgi ve sorumluluk alanları, başta vatandaşlarımız olmak üzere küresel ölçekte kardeşlik evrenimizin sınırları dikkate alındığında kurumumuza yüklenen vazifeler hızla artmaktadır. Açıkçası mevcut yapıyla bu yeni sorunları göğüslemek zorluklarla doludur. Mevcut yapımızın köklü bir şekilde gözden geçirilmesi gerekmektedir. Esasen 2010’da gerçekleştirilen düzenlemelerle teşkilatımız kendi geçmişindeki kısıtlamaların bir çoğundan kurtulma imkanı bulmuştu. Bugün tatsız birer hatıra olarak hatırladığımız kimi dönemlerde kurumumuzun yapısına uymayan taleplerle sıkıştırılmaya çalışıldığını, zaman zaman sıradan bürokratik bir aygıt olarak görülmek istendiğini, Başkanlığımızın ülkemiz gerçekliği içindeki ağırlığının gözardı edildiğini hatırlayabiliyoruz. 2010 düzenlemesinde bir telafi çabası hakimdi ve şükürler olsun pek çok konuda gerçekleştirilen düzenlemelerle kurum içi sıkıntılarımızı hafifletmiş olduk, bir çoğunu da aşmış olduk. Ancak bugün daha büyük bir sorunla karşı karşıyayız ve bu sorunun tek tek her birimizi işlevsiz kılabilecek olası atakları karşısında kurumumuzun tahkim edilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda dini ve ilmi özerklik talebimizin yerinde bir talep olduğunu biliyoruz. Kamu tüzel kişiliği kazanmış bir teşkilatın sahip olduğu meşruiyetle daha büyük bir ölçekte hizmetlerini kesintisiz bir dinamizmle sürdüreceğinden eminiz. Ümit ediyoruz ki önümüzdeki yeni Anayasa hazırlığı sürecinde Diyanet İşleri Başkanlığı’nın statüsü konusundaki toplumsal beklentiler hepimizi rahatlatacak bir şekilde düzenlenir ve böylece dini mübini İslam’ın hiçbir vesayet altında kalmak zorunda olmaksızın hizmetlerini her durumda her hanede her iklimde sürdürmesi daha da kolaylaşmış olur.

    “Camiler, herkesin sosyal mekânları hâline gelmeli…”
    Toplumsal bir talep olarak din eğitiminin karşılanmasına, ihtiyaçların giderilmesine ve toplumun beklentisine yönelik hukuki bir çözüme kavuşması son dönemlerin en sevindirici gelişmesidir. Bu gelişme karşısında camiamıza büyük sorumluluklar düşmekte olup bu duruma kendimizi hazırlamalıyız. Bu konularda korkulardan ve komplekslerden uzaklaşmalıyız. Diyanet İşleri Başkanlığı, bugün toplumun büyük bir kısmının ihtiyaçlarını karşılayabilmektedir. Ancak hala camilerimizden, kadınlarımız çocuklarımız ve engellilerimiz rahatlıkla istifade edememektedir. Camiler herkesin doğal sosyal mekanları haline gelmeli ve bizler cami merkezli bir eğitim seferberliği başlatmalıyız. Camilerde toplumun her kesimi için ders halkaları oluşturulmalıyız. Açılan kampanyalar haftayla sınırlı kalmamalı, yılın her gününe yayılmalıdır. Gerek ülkemizin dinamizmi ve gerekse İslam coğrafyası ve gönül dünyamızın bizden beklentileri bize yeni görevler yüklemekte ve görev tanımlarımızı değiştirmektedir. Bu tanımları birlikte geliştirmeliyiz ve yeni vizyonumuzu birlikte oluşturmalıyız. Bizim ifa edeceğimiz görevler asla misyonerlik mantığıyla olmamalıdır. Ancak her müminin yeryüzünde insanlığa hizmet için bir misyonu vardır. Bu vizyon ve misyona uygun çalışmalar yapılmasını ümit ettiğini belirten ve bu konuda Allah’ın yardımını niyaz eden Diyanet İşleri Başkanı Görmez, seminerin hayırlara vesile olmasını diledi.

Yorum Yaz



Yorumlar (0)

Yorum Yok
E-DERGİ
ABDURRAHMANGAZİ MAH. OSMANGAZİ CAD. NO: 123/127 KAT: 1 DAİRE: 19 SANCAKTEPE/İSTANBUL Tel : 0216 311 58 27 Gsm : 0216 311 58 27 www.camidergisi.com