Diyanet İşleri Başkanlığının Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi işbirliği ile düzenlediği I. Ulusal Cami Mimarisi Sempozyumu İstanbul’da başladı.
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, sempozyumun açılışında bir konuşma yaptı. Konuşmasında, ”Cami mimarisi konusu ne yazık ki şimdiye kadar önemli ölçüde ihmal edilmiş. Gerekli özenin gösterilmediği durumlarda camilerimizin geleneksel estetik ve mimari dokusu maalesef önemli ölçüde aşınmaya ve zayıflamaya başlamıştır.” diyen Başkan Görmez, şöyle devam etti:
”Gerekli özenin gösterilmediği durumlarda camilerimizin geleneksel estetik ve mimari dokusu maalesef önemli ölçüde aşınmaya ve zayıflamaya başlamıştır. Camiler sadece Müslüman imanının güçlü birer sembolü, günlük ibadetlerimizi gerçekleştirdiğimiz birer ibadethane olmanın ötesinde daha da çeşitlenmiş rol ve fonksiyonlarıyla gündelik hayatın odak noktalarını temsil etmektedir. Asırlar boyu Müslümanlar camileri kendi inanç dünyalarındaki derinlik ve zenginliği besleyen bir estetik algı çerçevesinde inşa etmişlerdir. Öyle ki bugün ister kentsel alanlarda olsun, ister kırsalın taşra dünyasında olsun ortaya konmuş hemen her camide söz konusu derinliği ubudiyet ve teslimiyetin yansımalarını görmek pekala mümkündür. Açıkça ifade etmek gerekirse, bugün gelinen noktada mevcut cami mimarisinin liyakat ve ehliyet temelinde yeniden ele alınmasına ihtiyaç duyulmaktadır.”
“Camilerimizin mevcut hallerini sorgulama konusunda bir sorumluluk almak istiyoruz”
Diyanet İşleri Başkanı Görmez, hukuki mevzuat penceresinden bakıldığında Diyanet İşleri Başkanlığının camilerle ilgili bir tasarrufunun bulunmadığını belirterek, ”Yanlış bilindiğinin aksine kurumsal sorumluluğumuz bu mekânlara din görevlisi atamakla sınırlıdır. Dini hayatın beşeri tecrübeyle buluştuğu camilerimizin mevcut hallerini sorgulama konusunda bir sorumluluk almak istiyoruz. Gelişigüzel, çalakalem, özensiz ve savruk bilgilerle dini hayatın estetik dünyasını daraltan hatta yer yer de yok eden girişimler karşısında vicdan azabı çekiyoruz.” diye konuştu.
“Umran, beşerin kendini yeryüzünde konuşlandırmasının bir diğer adıdır”
”Allah-u Teala şöyle buyurmaktadır: ‘O sizi yerden yarattı ve sizden orayı imar etmenizi istedi.’ Beşerin toprakla öznel ilişkisi yine insanın toprağı imar etmesiyle yansımakta, can bulmaktadır. Bu dışavurum insan-mekân ilişkisini betimler ve belirlerken çoğu kez bu ilişkinin ötesine de geçmektedir. Bu hem öznel imarın fizik ötesi referansını kastetmektedir hem de imarın bütünlüğünün salt maddeyi aşıp medeniyete dönüşmesi anlamındadır. Böylelikle umran, beşerin kendini yeryüzünde konuşlandırmasının bir diğer adıdır. Mimari bu konumlandırmanın en gözle görülür ve belki en kalıcı göstergesidir.”
Tarihte insan-mekân, beşer-toprak ilişkisinin çoğu insanın kendini çevreye yerleştirmesi olarak algılanmışken, daha sonraları çevreye rağmen ve zaman zaman çevreyi yok sayarak bir yerleşmenin hâkim olduğu dönemlerin yaşandığını belirten Başkan Görmez, sözlerine şöyle devam etti:
”Yakın zamanlarda ise çevre faktörünün yok sayılmaması gerektiği belki de daha önce olmadığı kadar belirgin olarak zihnimizde yer etmiştir. Yine bunun gibi insanın kendini mekâna konuşlandırmasında, eski medeniyetlerin kendilerini çoğu kez bir inanca atfettiğini görmekteyiz. İbadet mekânlarının merkezde bulunması hatta yaşam alanlarının kurucu eksenlerini teşkil ediyor olmaları bunun en açık örneğidir.
Ne var ki günümüzde bu ilişkinin ciddi anlamda bir eksen kayması yaşadığını müşahede etmekteyiz. Bu dönüşümü sekülerlik bağlamına oturtmak elbette mümkün ve haklıdır ancak yeterli değildir. Esasında çağımızda yaşam alanlarımızın bütün olarak çok merkezli olduğunu ve yaşantımızın bu farklı merkezler etrafındaki bir sirkülasyona karşılık geldiğini ifade edebiliriz. Özellikle kentlerde -ki kent zaten bir sirkülasyonlar yumağının adıdır- bu farklı merkezlerin de çoğu kez sabit hiyerarşik bir düzeni bulunmamaktadır. Bir çoğumuz için cami adem-i merkez bir hayatın uğrak mekanlarından biridir. Cami mimarisine dair birçok eleştirinin bu durumla ilintili olduğu kanaatindeyim.”
“Cami mimarisini sadece mekân bağlamında düşünmek yeterli değildir”
Başkan Görmez, genel olarak mimariyi, özel olarak cami mimarisini sadece mekân bağlamında düşünmenin yeterli olmayacağını ifade etti. Caminin sadece mekâna değil, zamana da yerleştirilmiş bir öge olduğunu vurgulayarak, şöyle konuştu:
”Bir sanat alanı olarak mimari, unsuru ve malzemesi itibariyle zorunlu olarak zamana dönük bir yaklaşımı sunmaktadır. Cami niteliğinde bir mimarlık eseri ister istemez kalıcılık ve yok sayılamazlık iddiasındadır. Bir sanat eseri olarak cami, peşinen ve zorunlu olarak asırlara dönüktür ve siz ona denk ikinci bir cami yaptığınızda o camiyi yok sayamazsınız.”
”Cami kentin hızlı akışkanlığına rağmen huzurdur”
Diyanet İşleri Başkanı Görmez, kentin hızlı akışkanlığına rağmen, caminin huzur ve kentin sirkülasyonun kör noktası olduğunu ifade etti. Bu yüzden, zamanında caminin kenti mümkün kıldığını, fakat bu yüzden kentle ilişkisinin zorunlu olarak uyumlu olma durumunda olmadığını söyleyen Başkan Görmez, caminin pekala kente rağmen de durabildiğini söyledi.
Bu anlamda şehir planlamasında bile birçok yaşam merkezi arasında ”cami de olsun” bağlamında ifade edilen ve sanki camiyi sıradanlaştıran bir mantığın, esasında çoğu kez planlarken farkında olmadan bu sirkülasyonun akışkanlığını dengeleyecek bir unsurun peşinde olduğunu vurgulayan Başkan Görmez, şöyle konuştu:
”İnşa edilen bir cami, çağdaş yaşam alanlarında mimar olarak aradığımız, tüketici olarak beklediğimiz dinginliği zaman zaman şehir planlamacısına rağmen bile sunabilmektedir. Ancak camiyi bu dinginliğe indirgemek de yeterli olmayacaktır. Kaldı ki kırsal kesimlerde cami mimarisi hızlı akan bir yaşantıya dinginlik vermekten öte dingin bir yaşantıya derinlik vermekle mükelleftir.
Bu derinlik camide her zaman bir yüceliğe karşılık gelmektedir, çünkü cami yüce bir anlama işaret etmektedir. Bu yüce derinlik, zaman zaman sadelik olarak, zaman zaman ise gösterişli bir edayla kendini sunmaktadır. Belki bu da hayatın hızıyla ilintilidir. Belki hayatın yavaş aktığı yerlerde insanların oturup kâinat kitabından okudukları, tefekkürlerini Allah’ın yaratışına odakladıkları, gözlerini çevirip gök kubbeye bakıp orada bir kusur, bir açık, bir çatlak görmedikleri dönemlerde cami onlara kendisini sade olarak sunmuştur. Tefekkürlerinin arılığını sağlamıştır. Kim bilir belki hayatın hızlandığı, tefekkürün hızla dilimlendiği dönemlerde cami, kubbesiyle, süslemeleriyle, çinisiyle arzı endam etmiş ve kâinat kitabının bir numunesi, bir tercümanı oluvermiştir.”
“Cami mimarisi bir ihlası ete kemiğe büründürmek durumundadır”
Başkan Görmez, caminin insanı Rabbi ile buluşturduğunu vurgulayarak, şunları kaydetti:
”Mimari bu buluşturmayı kendi içinde tasarlamak durumundadır. Zaman zaman bunu bir huşu olarak tasarlarız, bazen bir sevinç, ferahlık ve inşirah olarak, bazen ise bir sığınma ve güven olarak. Girdiğiniz caminin size bu duyguyu yaşatmıyor olması sizden kaynaklanıyor olabilir. Ama pekala camiden de kaynaklı bir boyutu vardır. Cemil Meriç, ‘umran’ kelimesi yerine ‘uygarlık’ kelimesinin kullanımını eleştirirken, ‘uygarlık’ kelimesi hakkında ‘mazisiz, müziksiz bir hilkat garibesi’ demektedir. Bu müziksizlik uygarlığın mimarisine de yansımış gibidir. Cami mimarisi bir ihlası ete kemiğe büründürmek durumundayken, belki çağın da içinde bocaladığı müziksizlik ve ahenksizlik hercümerci cami mimarimize de yansımıştır.
Elinizde, zihninizde, gönlünüzde yüce bir medeniyet tasarısı taşımıyorsanız ya da taşıdığınız medeniyet mazisiz, müziksiz bir hilkat garibesi ise, ortaya çıkaracağınız eserler de ruhtan yoksun kalacaktır. Dahası bu eserler üzerine tartışmalarınızın da çoğu bu manevi boyutunu gözden kaçıracaktır.
“Bizim için son derece önemli bir gün”
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yalçın Karayağız da Mimar Sinan’ın torunları ve 130 yıllık bir kurum olarak sempozyuma katkı sunmaktan büyük mutluluk duyduklarını söyledi. Karayağız, şöyle konuştu:
“Bugün bizim için son derece önemli bir gün. Binlerce yıllık Anadolu coğrafyasının geçmişini düşünürsek ve bin yıllık bir kültür inşa etmiş bir medeniyetin, uygarlığın torunları olarak bizler, dünya mimarlık tarihinin büyük ustalarından Mimar Sinan’ın adını taşıyan kurum olarak burada bulunmaktan hiç şüphesiz büyük bir mutluluk ve övünç duyuyoruz. Şayet bizler Mimar Sinan’ın torunları olarak, böyle bir sempozyumda geçmişten geleceğe evrilecek bir yolda burada olmasaydık o zaman bir eksiklik olurdu. Osmanlı Türk mimarisinin en büyük dehasının yetiştirdiği ve adını taşıyan kurumun mensupları olan bizler, 130 yıllık geçmişi olan kurumumuzun Türkiye’de mimarlık tarihini başlatan kurumun mensubu olan bizler, zorunlu olarak böyle bir meselede bulunmak, katkı sağlamak, eğer yapabilirsek bir nebze rehberlik etmek, varsa eğer aksaklıkların giderilmesinde de yol gösterici olmak görevini ve misyonunu da hiç şüphesiz üstlenmek durumundaydık. Ve bugün buradayız. Sayın Diyanet İşleri Başkanımıza da bize bu kapıyı araladığı için çok teşekkür ediyoruz.